10 Nisan 2009 Cuma

Türk-İslam Medeniyeti ve Türkiye

Dünya tarihinde derin izler bırakarak büyük bir medeniyetin kurulmasına öncülük etmiş olan milletlerin medeniyetlerinin mirası yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Doğru ve sağlam temeller üzerine kurulmuş olan bu uygarlıkların, devletler ve toplumlar üzerinde önemli etkileri olmuştur.
Tarihe bakıldığında dünyaya yön vermiş, bu üstün medeniyetlerin başında, Türk-İslam medeniyeti görülür. Türk-İslâm medeniyeti farklı isimler altında kurulan devletler aracılığıyla varlığını asırlar boyunca sürdürmüştür. Yani kurulan her devlet, kendinden önceki devlet gibi Türk-İslam medeniyetinin mirası üzerinde yükselmiş ve onun nesilden nesile aktarılmasına büyük katkılar sağlamıştır.

Osmanlı'nın Unutulmaz Güzellikteki Derin İzleri Etkisini Sürdürüyor

Bu büyük medeniyetin en ihtişamlı günleri ise hiç kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaşanmıştır. Sanatıyla, estetiğiyle, ilmiyle, bilimiyle, mimarisiyle, yönetim anlayışıyla, devlet teşkilatıyla ve ordusuyla Osmanlı İmparatorluğu, Türk-İslam medeniyetini zirveye taşıyan ve onu yüzyıllardır orada tutmayı başaran bir cihan devletidir.

Osmanlı medeniyetinin olumlu etkileri ve güzellikleri yalnızca Osmanlı topraklarında değil, diğer birçok ülke üzerinde de derin izler bırakmıştır. Hindistan'dan Endonezya'ya ve Kafkasya'ya, Kırım'dan Afrika'ya kadar tüm Müslümanlara hamilik etmiş ve daima onların yardımına koşmuştur. Bugün halen Türkiye sınırlarından uzaklarda yaşayan birçok Müslüman topluluğu, Osmanlı'ya karşı büyük bir sevgi duymaktadır. Nitekim deprem felaketi sonrasında Endonezya'ya giden Türk yardım ekibine ve gazetecilere, Açe bölgesi halkının Osmanlı'ya hala bir gönülbağı duyduklarını dile getirmiş olmaları, bahsetmiş olduğumuz sevginin somut bir göstergesidir. Ayrıca bu durum Osmanlı medeniyetin izlerinin gerçekten de çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olduğunu da net olarak göstermektedir.

Osmanlı medeniyetinin dünya toplumları üzerinde büyük etki bırakmış olmasının en önemli sebeplerinden biri de, bu uygarlığı meydana getiren unsurların başında yer alan devlet yönetimi anlayışıdır. Bu örnek anlayış Türk-İslam ahlakı temelleri üzerinde şekillenmiş olup, devletin üç kıtaya yayılan çok geniş bir coğrafyayı, altı asrı aşkın bir süre idare edebilmesinin ana etkenidir.
Osmanlı Devleti'nin, yüzyıllar boyunca bu büyük coğrafyayı başarılı bir şekilde yönetebilmesinin kökeninde, Türk-İslam ahlakının önemli etkileri açıkça görülmektedir. Bu ahlak, mayası temiz olan Türk Milleti'nin, İslam ahlakı ile yoğrulmasıyla meydana gelmiştir. Bu üstün ahlak, Türk Milleti'ne fedakar, hoşgörülü, vefalı, uzlaşmacı, mütevazı, şefkatli ve adaletli bir kişilik kazandırmıştır. Bu kişiliğini, devlet ve toplum yönetimi anlayışına en iyi şekilde yansıtmış olan Türk Milleti, tüm dünyanın bugün örnek aldığı ve özlemini duyduğu bir idare anlayışını başarıyla sergilemiştir.

Türk- İslam Medeniyetinin İhya Edilmesi Ve Birlik Arayışları

Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından, Ortadoğu'da savaş, terör, çatışma gibi şiddet olayları nedeniyle büyük bir istikrarsızlık ve huzursuzluk yaşanmaya başlanmıştır. Aradan geçen uzun zamana ve denenen her türlü rejim ve siyasi iktidara rağmen, bölgede huzur ve istikrar hala sağlanamamıştır. Gerek Balkanlar, gerekse Ortadoğu ve Kafkasya halkları savaşların, terörün ve gerginliklerin ağır yükü altında ezilmektedir.

Bu istikrarsız ortamdan rahatsız olanlar Osmanlı dönemindeki barış, huzur, istikrar ve birlik ortamının özlemini çektiklerini zaman zaman dile getirmektedirler. Geçtiğimiz günlerde, Cezayir Cumhurbaşkanı Sayın Abdelaziz Bouteflika "Osmanlı Milletler Topluluğu" nun kurulması yönündeki temennisini açıklarken bu özlemini şu sözlerle dile getirmiştir; "Osmanlı'yı ihya etmek, bizim kendi tarihimizi ihya etmektir. Ortadoğu'da anahtar Türkiye'nin elinde. Siz istemezseniz, Ortadoğu'da düzen kurulamaz..." 1

Bouteflika bu sene Şubat ayında resmi bir ziyaret için ilk kez Türkiye'ye geldiğinde de benzer sözler söylemişti. Cezayir'i fetheden Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa'nın Beşiktaş'taki türbesini de ziyaret eden Bouteflika; "Cezayir'den neden gittiniz? Biz gidin demedik. Siz bizim kardeşimizsiniz. Cezayir'in sizin için ayrı bir önemi olmalı. Bizim için Türkiye'nin önemi çok farklı. Birlikte mesafe alabiliriz. Kardeşin kardeşle el ele vererek çalışmasını istiyoruz" demişti.

Yine geçtiğimiz günlerde ülkemizi ziyareti sırasında Mali Devleti'nin parlemantosunun bir mensubu olan Mustafa Sonago, ülkesinde Osmanlı'ya karşı büyük bir sevgi olduğunu belirtmiş ve kendi coğrafyalarındaki sorunların ancak Osmanlı'da mevcut olan anlayışla çözülebileceğini dile getirmiştir.

Diğer yandan İsrailli devlet adamı ve siyasetçi Ehud Barak ise, Osmanlı'nın bölgeyi bir onbaşıyla idare ettiğini, ama şimdi generallerin bile idareyi gereği gibi yapamadıklarını ifade ederken, Filistin Başbakanı Ahmet Kurey de, "Başımıza ne geldiyse Osmanlı'ya sırt çevirmemizden geldi" 2 şeklinde samimi bir itirafta bulunmuştur.

Lübnanlı 200 bin civarında Dürzi'nin hem siyasi, hem de ruhani lideri olan Velid Canbolat, "Osmanlı'yı arıyoruz." sözleriyle bölgedeki, Osmanlı'nın yönetim ve idari anlayışına olan özlemi ve ihtiyacı dile getirmiştir.

Konuyla ilgili açıklamalarına devam eden Canbolat'ın; "Zira Ortadoğu haritası, Osmanlı Devleti'nin çekildiği günden beri kan ve barut kokuyor! Osmanlı asırlarında ise barış ve istikrar kokuyordu." sözleriyle, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ortadoğu'da bugüne kadar henüz sağlanamayan barış, huzur, güven ve istikrarı sağlamaktaki maharetini bir kez daha ifade etmiştir.

Birlik arayışlarıyla ilgili bir diğer önemli çağrı ise "Orta Asya Devletler Birliği" önerisiyle konuya dikkat çeken Kazakistan Cumhurbaşkanı Sayın Nazarbayev'den geldi. Nazarbayev söz konusu birlik modeliyle, önce ülkesinde birliğin, sonra bölgede bütünlüğün, daha sonra da dünyada birlikteliği öngören gerçekçi bir ön stratejiyi ortaya koymuştur. Hiç şüphesiz ki bu da Türk-İslam Birliği modelinin gerçekleşmesi için atılacak çok önemli bir adımdır.

Dünyanın bu en önemli coğrafyasında, etnik ve dini farklılıkları olan insanların birarada huzur içinde yaşamalarını sağlayacak ve adaleti eşit olarak dağıtacak bir işbirliğinin gereği artık kaçınılmaz olmuştur. Bölgede yer alan devletler, güçlerini ve imkanlarını hem ekonomik hem de sosyo-kültürel alanda işbirliğiyle güçlendirdikleri takdirde, bu coğrafyanın sahip olduğu stratejik önem daha da artacaktır.

Bunun yolu ise, ülkeler arasındaki çatışma ve anlaşmazlıkların yerini, barış ve işbirliğine bırakmasından geçer. Bu tür bir işbirliği, bölgedeki her ülke için önemli bir dayanak noktası oluşturacak ve böylece uluslararası platformda her bir devlet kendi ulusunun menfaatlerini karşılıklı hoşgörü ve uzlaşı çerçevesinde koruma imkanı bulacaktır.

Özlemi duyulan Osmanlı anlayışının geri gelmesi ise Türk-İslam medeniyetinin ihya edilmesi ile mümkündür. Bu yükselişin bir kez daha gerçekleşebilmesi için ise bir öncüye gerek vardır.

Türkiye Öncülüğü

Ülkemiz tüm Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya'da kalıcı barışı temin etmiş, böyle bir birliktelikten oluşan ekonomik gücü en adaletli ve hakkaniyetli şekilde yönlendirmiş köklü bir tecrübeye sahiptir. Nitekim Türk ve Balkan halkları arasındaki gönül bağları hala devam etmektedir. Diğer yandan Ortadoğu ise, Osmanlı'nın bölgeden çekilmesiyle kaybettiği huzur ve istikrarı, tekrar kazanmaya çalışmaktadır. Aynı durum, Kafkaslar ve Orta Asya için de geçerlidir.

Bu bölge halkları ile Türkiye arasında büyük bir kültür ve tarih birliği vardır. Kafkaslar, tarih boyunca Osmanlı'ya sığınmış olan Müslüman kavimlerin diyarıdır. Orta Asya ise, Osmanlı toprağı olmasa da, Türklerin ilk vatanı olması ve hala bu coğrafyada çok sayıda Türkün yaşıyor olması sebebiyle, Türkiye'nin doğal etki alanındadır. Nitekim Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sayın Saparmurad Türkmenbaşı'nın, ülkesini ziyarete gelen üst düzey devlet yöneticilerimize Türkmenistan ve Türkiye arasındaki ilişkiyi; "iki vatan bir millet" olarak nitelendirmesi bu sıcak bakış açısının örneklerindendir.

Bu nedenle Osmanlı'nın varisi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bölgenin içinden geçtiği bu süreçte kilit rol oynaması kaçınılmazdır. Milletimiz, hem Türk Cumhuriyetleri hem de İslam Ülkeleri ile tarihi ve kültürel bağları bulunması bakımından Ortadoğu, Orta Asya ve de tüm dünyanın faydasına olacak Türk-İslam medeniyetinin ihya edilmesi için öncü olabilecek bir tecrübeye ve mirasa sahiptir. Çünkü lider olmak için gerekli olan fazilete ve maharete sahiptir. Geçmişte bunu başarmış olan Türk Milleti, Türk-İslam Dünyası'nda, öncülük görevini yeniden üstlenmesi gerektiği inancını günümüzde daha da pekiştirmiştir.

Nitekim ülkemiz, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik olarak, son derece kilit öneme sahip bir bölgede yer almaktadır. Türkiye'nin Asya ve Avrupa arasında bir köprü görevi görmesi, Kafkaslara ve Hazar Bölgesi'ne komşu olması, Karadeniz'i ve Akdeniz'i kontrol edebilen konumu, hiç şüphesiz ki önemini daha da artırmaktadır. Üzerinde bulunduğu coğrafya, Türkiye'ye, kendisini hem Avrupalı, hem Asyalı, hem de Ortadoğulu hissedebilme imkanı vermektedir.

Sahip olduğu bu özelliklerle dünyanın en acil ihtiyacı olan barış, huzur ve refah ortamını hazırlayabilecek bir medeniyetin tek varisi olarak ülkemiz, Allah'ın izni ile lider ülke konumuna yeniden gelmeye ehil ve namzettir.

Nitekim bölge ülkeleri arasında liderliğin en büyük lider adayı gösterilen Türkiye Cumhuriyeti'nin, Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan' da ülkemizin bu geniş coğrafyadaki stratejik önemini şu sözleriyle ifade etmiştir;

"TÜRKİYE MEDENİYETLER ARASI UZLAŞMA İÇİN BİR AKTÖR, İSLAM VE HIRİSTİYAN DÜNYASI ARASINDA ÖNEMLİ BİR KÖPRÜDÜR.."

Unutulmamalıdır ki, Türkiye, yüzlerce farklı kültürün ve etnik grubun barındığı bu topraklarda, sahip olduğu Osmanlı mirası gereği "söz sahibi"dir. Pek çok ülkenin ısrarcı talebi, Türkiye'nin bu topraklarda aktif rol alması yönündedir.

Kaynaklar:

1.www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/04/12/politika
2.www.yeniasya.com.tr/2005/04/13/yazarlar